Hz. Üstadımızın bir asra yaklaşan hayatının her safhası Kur’anî desatirin neşri ve envarına dair emsalsiz bir destan halinde arzı endam etmektedir. Üstadımız ile çocukluğundan itibaren kim temas ettiyse O’nun harikulade ahvalinden tesir altında kalmış, dost düşman O’nun faziletlerine şahidlik etmişlerdir.
Üstadımızın hayatına dair ilk tarihçeyi manevi evladı Abdurrahman Nursi kaleme almış (1918), daha sonra Üstadımız bu manada bir tarihçenin Mehmed Feyzi ve Hüsrev Efendilerce yazılmasını arzu etmiş (1947), aynı devrede Eşref Edip bir tarihçe kaleme almıştır (1952). Üstadımızın külli bir tarihçe-i hayatını yazmak ise yanında ve yakınında hizmetinde bulunan ve kendilerini vekil tayin ettiği Zübeyir, Ceylan ve Sungur Ağabeyler tarafından kaleme alınmış bu tarihçe Üstadımızın fevkalade istihsanına ve iltifatına mazhar olmuştur (1958). Şimdi elimizde bulunan bu Tarihçe-i Hayat için şimdiki nüshanın bir kaç kat büyüğü olduğu fakat Üstadımızın tashihinde kendi Zatına ait keramat ve şahsi kemalatın çıkarılması ve fakat hizmet-i imaniye ve Kur’aniyeye dair hususların nazara verilmesini arzu etmesiyle küçüldüğü neşriyatın tarihçesine vakıf olanlarca malumdur.
Bu cümleden olarak hatıra naklinde dikkat edilmesi gereken hususlara dair bazı noktaları Hüsnü Ağabeyin ikaz ve ihtarlarına binaen ifade edeceğim;
Hüsnü Ağabey “Hatıra nurcusu olmaz kardeşim!” diyor ve hizmet-i imaniyeye taalluk etmeyen şahsi, cüz’i ve beşeri münasebetler muvacehesinde takdim edilen bazı hatıraların faydadan ziyade zarar verdiğini hatta Allah muhafaza bazen yanlış ve hatta yalanlara kadar nakiller olabildiğini ifade ediyordu. Bu hususlarla alakalı Mustafa Sungur ve Abdullah Yeğin Ağabeyle de yaşamış olduğumuz hususları makam münasebetiyle arzedeyim;
1997’de Abdullah Yeğin Ağabey’in medresemizi ziyaretinde musırrane Ağabey hatıra anlatın dediğimizde “kardeşim en güzel hatıralar Lahikalarda bunları okuyalım” demişti.
2003’te Filipinler’den döndüğümüzde Merhum Mustafa Sungur Ağabey bizi alıp Türkiye’yi dolaştırmış derslerden sonra Filipinlerdeki hizmetleri anlattırmıştı. Bir ara ben Filipinlere dair bazı menfi şeylerden de bahsetmiştim. Gece bana çok kızmıştı ve unutamayacağım şu dersi vermişti “kardeşim bu cemaatin umumi nazarı dua hükmüne geçer. Sen daima müsbet şeylerden teşvikkarane hizmet havadisinden naklet. Sakın bu cemaatin ora halkına karşı suizannına vesile olacak duanın kesilmesine medar menfiliklerden bahsetme. Şevk verecek havadis-i nuriyeyi naklet, öyle naklet ki cemaat oradaki hizmetlere de ora ahalisine de hüsnü zan etsin, bu dua hükmüne geçer bir bakarsın oradaki hizmetler burada ki bu hüsnü zan vesilesiyle inkişaf eder o menfi hallerde düzelir”
Hüsnü Ağabey de defaatle “kardeşim iman Kuran hizmetini ve Risale-i Nur’u nazara verin. Nurun fütuhatını nazara verin. Lüzumsuz şahsi ve indi meselelerden bahsetmeyin” diyordu.
Üstadımızla alakalı hatıraların nakline gelince; mesela birisi geldi “Ağabey Üstadımız sizi döver miydi” dedi.
Hüsnü Ağabey “ kardeşim Üstadımız anamızdan babamızdan ziyade bize müşfik idi. Bütün mevcudata karşı fevkalade müşfik, fevkalade rikkatli olan bir Zat hiç mümkün mü yanında, yakınında, hizmetinde bulunan evlatlarına bed muamelede bulunsun. Üstadımız bizlere karşı hep şefkatliydi” sonra bana dedi ki ben Üstadımızı bu şekilde sanki gaddar bir insanmış gibi gösterip yazanlara hakkımı helal etmiyorum, vallahi Üstadımız bunları böyle yazanlardan ruz-i mahşerde müşteki olacak! demişti.
Üstadımızın yanında yakınında bulunan varis ve vekil tayin ettiği talebelerine de suizzannı işmam eder tarzda ifadelere karşı Hüsnü Ağabey demişti ki “birisi geldi Zübeyir abiyi şikayet etti. Antalya’dan gelmiş. Birden Üstadımız ona hiç mümkün mü Zübeyir, Sungur benden hariç birşey yapsınlar!” diye O Ağabeyleri sahabet ve hıfz ile müdafa etmişti. Başka birisi Hüsrev Efendi Ağabeyimiz hususunda ağzında bir şeyler geveler gibi konuşunca “Risale-i Nur’un en mühim erkanından olan Hüsrev Ağabeye karşı ağzında laf geveleyenin akibetinden endişe ederim. Çok büyük bir Zat idi. Hz. Üstadımız Onu nasıl tavsif ettiyse öyle tezekkür etmek mümin şiarıdır, gerisi fitnebazlıktır”demişti. Hüsnü ağabey yine başka birisi İstanbul’dan gelmiş Aytimur ağabeyi şikayet etmeye kalkmıştı da üstadımız o adamı tenfir ve şiddetle susturmuş “Aytimur benden habersiz hiç bir şey yapmaz. Ben biliyorum ne yaptığını! Ben onu on şeyhülislam’a değişmem” demişti. Bu ve buna dair hatıralarda bizler hep Üstadımızın talebelerine karşı şefkatını ve sahabetini müşahede ediyoruz. Bunlar nakledilince bizim birbirimize karşı olan tutum ve davranışlarımızın ne yönde olması gerektiğine dair dersler çıkarıyoruz. Hüsnü Ağabey bize bu arzettiğim hatırat nevinden nakledilenler haricinde “beşeri münasebetler, bazı nakli münasip olmayan o ana mahsus mülatefeli hususların hem de Kur’an Nurlarının kürsüsü olan ders kürsüsünden nakli yahut yazı ile umuma ilanına cevaz yoktur” demişti. Şimdi ise kim demiş kime demiş hangi makamda demiş hangi maksada mebni söylemiş nazar-ı dikkate almadan hem iman Kur’an hizmetimize hiç bir taalluku olmayan hususlar hatırat nevinden nakledile gelmiş. Hüsnü Ağabey bazen tek tek bu hatıraları tashih ediyordu. Bir kısmına yalan bu kardeşim diyordu, bir kısmına yahu bu anlatılır mı, olsa bile anlatılır mı, yazılır mı, hiç mi edeb yok bunlarda diye kızıyordu. Bunlara karşı bir iki defa reddiye teşebbüsünde bulunduğumuzda da lüzum yok kardeşim bunların hangi birisine reddiye yazacağız böyle umumi manada bir şey yazsanız kafi demişti. Bilmiyorum bu umumi manada bir şey oldu mu. Eşhas hedefimiz de yok. Fakat bu hatıra naklinde de hiç olmazsa Tarihçe nazar-ı dikkate alınsa istikametli olur diye Hüsnü Ağabeyden dinledik.
Her doğruyu söylemek, her vakıayı nakletmek caiz olmaz.
Peki hiç hatıra nakledilmesin mi. Elbette ki bu arizadan o anlaşılmamalı. Üstadımızı merak eden, Ondan külli bir surette istifade etmiş ve Ona medyun-u şükran olan bizler Üstadımıza dair en küçük hatırayı da kemal-i merakla dinliyoruz, okuyoruz, fakat Hüsnü Ağabey bizleri bu noktadan da ikaz ediyor Nurlarda yazan kudsi iman dersleri kafi gelmeli diyordu. Bu gibi şeyler bizi oyalamaktan başka bir işe yaramadı. Bunlarla meşguliyet esas-ı maksattan geri bırakır diyordu. Hele de hayalat hatırata karışınca ayıkla pirincin taşını.
Hüsnü Ağabey zaman zaman hatıra naklediyordu fakat bu hatırat hemen hemen ekserisi Nur’un meslek ve meşrebine dair umumi ve külli bir kaidenin ucunu gösterecek tarzdaydı. Sungur Ağabeyde de öyleydi, sair abilerde de öyleydi. Şahıslarından ziyade Nur’un manevi füruhatını nazara veren yahut meslek ve meşrebin esasatına dair umdeleri ihtiva eden hatırat. Yani Üstadımızın meslek ve meşrebine dair Üstadımızdan duyduklarını naklediyorlardı ki bu Hz. Üstadımızın hizmetinde bulunan bilhassa Tahiri, Zübeyir, Ceylan, Sungur, Bayram ve Hüsnü Ağabeylere tevdi edilmiş bir vazifeydi aynı zamanda. Hüsnü Ağabeyimiz ile bulunduğumuz on sene zarfında uzun seyahatlerde, bir otel odasında yahut bir medresede çok münteşir veya gayr-i münteşir naklettiği veya nakletmediği çok hatıralarını yeri ve zamanı gelince naklediyordu ben de kaydediyordum. Bir gün bana kardeşim Hz. Üstadımızın 1956-60 arası son dört senesini bilhassa son iki senesini gün gün yazabilirim demişti. Bir kronoloji de çıkardık baş başa. Sonra bir gün bana yazdıklarına bakayım dedi. Sonra da bunlar sende mahfuz kalsın neşretmeye şimdilik müsade yok diye emir buyurdu. Ben buna çok üzülünce dedi ki “Bak üstadımız bize İşaratü’l İ’caz’ı hem de arabiden ders verdi. O vakit kendisi tercüme ediyor bazen 4-5 saat izah ediyordu. Biz o zaman kaleme alsaydık 7 cilt kadar bir tefsir olurdu ama müsade yoktu ki yazılmadı. Halbuki 31 Aralık 1959 günü Ankara’da son verdiği dersten sonra bu dersinizi kaleme alın dedi. Kayalar abi ile Said abiyi yolladıktan sonra üçümüz yere oturduk. (Zübeyir, Sungur, Hüsnü Abiler) yazdık, Üstadımız da başımızda bazen ikaz ediyor tashih ediyordu. Böylece yarım saat kadar sonra o 2-3 sahifelik son lahika kaleme alınmıştı. Üstadımızın inayeti olunca izni olunca böyle suhuletle yazıldığı halde o İşaratu’l i’caz’ı tercüme ve dersini kaleme alamamıştık.” O son derste de dikkat buyurulursa menfi hiç bir mesele anlatılmadan talebeleri de rencide edilmeden direk Hz. Üstadımızın ifadeleri kaleme alınmış. Yani şu Zat böyle yaptı şu da ona mukabil şöyle yaptı Üstadımız da onlara bu dersi verdi değilde kıyamete kadar baki olacak hizmet düsturları nazara veriliyor.
Hüsnü Ağabeyin merhum naklettiği hatıralarda işte umumiyetle ya Risale-i Nur’un neşri, ya meslek ve meşrebimizin esasatı, ya Necib Üstadımızın hizmet-i imaniyedeki şecaati, dikkati, tedbiri, ya nur talebelerinin mabeyninde olması elzem tesanüd, uhuvvet, birlik ve beraberliğe dair hususlar gibi külli kaidelere işaret eden hususları dinliyoruz.
Cenab-ı Hak istikamet dairesinde bizleri ve sizleri istihdam eylesin, Zat-ı Uluhiyetine hizmetkar eylesin, neşr-i envar-ı Kur’aniye’de sebat ve devam ile muvaffak eylesin ve bu Nur dairesinde sadakat ve kanaatten son nefesimize kadar bizleri ayırmasın. Amin.
Dr. Mehmet Rıza Derindağ