İlahi Bir İhtar; Celalî bir Tehdit
Rabbimiz Efendimiz (asv)’ın şahsında bütün insanlığa şöyle hitab ediyor Kur’an-ı Kerim’de
“Eğer (Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı mutlaka onu kudretimizle yakalardık. Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik. Hiçbirinizde bu cezayı kaldırıp Ondan savamazdı! Şüphesiz biz içinizden yalanlayanları elbette biliyoruz.
(Al-hakkat 44-47) ayat-ı Kur’aniye’nin bu tehditkar ifadeleri yalnızca Efendimiz (asv)’a yönelik bir ikaz olarak mütalaa edilemez elbette. Kur’an’ı ve vahyi ve dini/islami asar-ı nuriyeyi de tercüme etmeye koyulan bütün müfessir ve mütercimleri de ikaz ediyor. Ve şiddetle uyarıyor. Bu şiddetli tehdit mübalağa mıdır? Elbette ki hayır ve haşa ve kella! İşte beşer tarihini değiştiren bugün ki bozuk hıristiyan akıdesinin akıbeti! Bu akıbetin mebdei sadakatsız tercümelerdir! Tahrif edilen Tevrat ve İncil bu tercüme faaliyetleriyle neticelenen bozuk bir akide, istikametini şaşırmış topluluklar ve kan gölüne çevrilen bir dünya… hepsinin müsebbibi yapılan kasdi tercüme ihanetleri! Tercümeler yoluyla kendi düşünce dünyalarında ki şirk kokan halleri, küfür ifade eden durumları bizzat kutsal kitapların içerisine dahil etmişler böylece mütercimler hakkı batıl ile karıştırıp bile bile hakkı gizlemişlerdir. Bundan batıl değil hak zarar etmiştir. Milyonlar bu tahvil, tebdil ve değiştirme işinin ceremesini çekmiş ehl-i dalalet ve gazabullahı hak eden kavimler oluvermişlerdir. Haddizatında gerçi “Tercüme” en evvel bir tahvil, bir tebdil, bir değiştirme işidir. Yani mahiyeti itibariyle tercüme “metamorfizme/tebeddül&değiştirme” işlemidir. İki tarafı keskin bir bıçaktır tercüme. Üstadımız “Bundan oniki sene evvel işittim ki; en dehşetli ve muannid bir zındık, Kur’ân’a karşı suikastını, tercümesiyle yapmağa başlamış ve demiş ki: “Kur’ân tercüme edilsin, tâ ne mal olduğu bilinsin.” Yani, lüzumsuz tekrârâtı herkes görsün ve tercümesi O’nun yerinde okunsun diye dehşetli bir plân çevirmiş…” buyurmakla “tercüme” meselesinin nasıl bir ihanete alet olabileceğinin en dehşetli misalini bizlere sunmaktadır. Halbuki mütercim bir elçidir. Yabani olanı munisleştiren, meçhulü malum hale getiren, yabancı olanları aşinalaştıran bir elçidir. O halde bu elçi neyin tercüme edileceğini neyin edilemeyeceğini bihakkın bilmeli öyle bu işe kalkışmalıdır. Anlaşılıyor ki ibadetin vasıtası olan ve feraizin lazımı bulunan ve feraize taalluk eden ayat-ı Kur’aniyenin tercümesi kabil olmadığı gibi onu onun yerine koymakta dehşetli bir cinayettir.
“Fakat, Risâle-in Nur’un cerhedilmez hüccetleri kat’î isbat etmiş ki; Kur’ân’ın hakiki tercümesi kàbil değil ve lisan-ı nahvî olan lisan-ı Arabî yerinde Kur’ânın meziyetlerini ve nüktelerini başka lisan muhafaza edemez ve herbir harfi, on adetten bine kadar sevab veren kelimât-ı Kur’âniye’nin mu’cizâne ve cem’iyetli tâbirlerinin yerini, beşerin âdi ve cüz’î tercümeleri tutamaz, O’nun yerinde camilerde okunmaz diye Risâle-in Nur her tarafta intişarıyla o dehşetli plânı akîm bıraktı. (Sözler/499)”
Dr. Mehmet Rıza Derindağ